Sistem ve ahlak erozyonu

İsveç'in sosyal adaleti meşhurdur. İsveçlilerin herkesçe bilinen en önemli özelliklerinden biri de dürüst olmalarıdır.

Gelin görün ki İsveçlilerin bu güzel karakter özelliği, bilhassa iş alanında 90’lı yılların başından itibaren erozyona uğramaya başladı.

Sosyologlar, o tarihlerde ülke ekonomosinin eski gücünü kaybetmesine ve işsizlik oranının artmasına bağlıyorlar bu durumu.

Ha, işsizliğin en yoğun olduğu yıllar, büyük firmaların en kârlı dönemleriydi, o da ayrı mesele... Ekonomik ve siyasi ayrıntılara girmek istemiyorum şimdi. Sadece şu kadarını söyleyeyim; 90’lı yılların başında açığa çıkan bu erozyon asıl, Olof Palme’nin ölümünden sonra başlamıştı.

Herneyse... Dediğim gibi 90’lı yıllardan sonra, sistem âdeta gözle görülür bir biçimde bozulmaya başladı. Sağcılar başa geldiğinde ivme kazanan bu durumun Sosyal Demokrat partinin tekrar iktidara gelmesiyle düzeleceğini sananlar, Sosyal Demokratların sağ partilerin bile atmaya cesaret edemeyecekleri –kapitalizme hizmet eden- adımları atmasıyla büyük bir hayal kırıklığına uğradılar.

Sistemdeki bu erozyonun toplumsal hayata en önemli etkilerinden biriyse o çok övünülen dürüstlük, açık sözlülük gibi özelliklerin yok olmaya başlamasıydı. Sistemle beraber ahlak da çökmeye başlamıştı.

İşverenlerin işçileri sömürmesinin yanısıra, çalışanlar arasında da işini kaybetmemek veya yükselmek için, her türlü haksızlığa boyun eğme, arkadaşlarının arkasından konuşma, gammazlama, yalan söyleme gibi kötü huylar sıradan özellikler olmaya başladı.

Örneğin, eskiden çok gururlanılırdı memurların şeflerini rahat rahat eleştirebildikleriyle falan. Şimdiyse bir memurun şefini ya da patronunu eleştirmek için bayağı bir cesaret sahibi olması gerekiyor. (Bu durum dışarıdan anlaşılmaz elbette. Bunu anlayabilmek için bu tür ülkelerin üzerindeki cilayı biraz kazımanız gerekir.)

Bu konudaki en çarpıcı örneklerden birini Dr. Lars yaşamıştı: Bir hasta, doktor hatası sonucu ameliyat masasında kalmıştı. Hastahane yönetimi bu konuyu hasıraltı etmişti. Dr.Lars, vicdanının sesini susturamayıp da hastahaneyi şikayet ettiğindeyse yönetim ve diğer doktorlar tarafından korkunç bir dışlanmaya maruz kalmıştı. Sonunda da bunalıma girip yıllarca çalışamaz duruma gelmişti.

Gazetelere konu olan bu tür olaylar buzdağının sadece görünen kısmıydı... Göçmen olsun İsveçli olsun, röportaj yaptığım, görüştüğüm insanların çoğundan bu ahlak ve sistem çöküşüne dair, kafalardaki dürüst, açık toplum imajını yerle bir edecek olayları ne kadar çok dinlediğimi bilseniz şaşarsınız...

Sözün kısası; tıkır tıkır işleyen adil bir düzende dürüstlük, mertlik, açık sözlülük gibi erdemleri koruyabilmek oldukça kolay. Asıl marifet, kötü olmak için her türlü fırsatın kol gezdiği sistem ve ortamlarda bozulmadan kalabilmek...