İsveç ekonomisinden alınacak dersler

1994’den günümüze İsveç ekonomisinin en önemli özelliği kamu maliyesi alanında gerçekleştirdiği büyük reform ve disiplin. Bu süreçten bizlerin alması gereken dersler az değil. Ders alması gerekenlerin başında da enflasyon lobisi ve AB karşıtları geliyor.



Dünyanın en sağlıklı ekonomilerinin başında gelen, hızlı büyüyen ama aynı zamanda sosyal devlet olmanın gereklerini kağıt üzerinde bırakmayan İsveç ekonomisinden alınacak çok büyük dersler olduğu kanısındayım; söz konusu dersler hem kuramsal hem de pratik düzeyde, muradımın ne olduğunu açmaya çalışacağım.

Ancak, öncelikle biraz Türkiye ekonomisinin kimi hastalıkları ve kimi mutad zevatın bu hastalıklar karşısında artık bıkkınlık veren önerilerinden söz etmek istiyorum.

Türkiye ekonomisinin artık geçmişte kalmış olmasını temenni ettiğimiz sıkıntılarının başında düşük büyüme ve enflasyon geliyor idi ve ne zaman iç talepte, büyümede bir daralma yaşansa mutad zevat daima kredi musluklarının biraz rahatlatılmasını, kamu maliyesinde küçük (!!!) açıkları, yani enflasyonu öneregeldiler ve böylece iç talepte bir canlanmanın ve büyümenin sağlanacağını idiia ettiler; işin kötü tarafı bu saçma hatta ahlaksız öneri dönem dönem siyasetçiler tarafından da uygun bulundu, mutad zevatın talep sorunu kısa vadede çözülür gibi oldu ama orta vadede ülkemiz ortalama büyüme oranı çok düşük, enflasyon ve kamu açıklarında dünya şampiyonu bir ülke haline geldi.

Bu çok sağlıksız ekonomik yapının siyasi maliyetleri de işin cabası oldu.

Bugün için kamu maliyesi sorunu ve buna bağlı olarak enflasyon meselesi belirli bir noktaya gelmiş bulunuyor; enflasyonun nihayet tek haneli bir düzeye gelmesinde kur düzeyinin de etkisi muhakkak ama mevcut kur düzeyi birilerini rahatsız ediyor çünkü mevcut kurlar ile yapılan ihracat eski çok yüksek kar marjlarının yakalanmasını engelliyor.

Bu durumda bir kısım ihracatçı Merkez Bankası Başkanı’na geçtiğimiz 2005 senesinde piyasalardan niye daha fazla döviz satın almadığı sorusunu, yani dövizde niye belirli bir yükselmeye izin vermediği sorusunu yöneltiyor.

Burada beraberinde söylenmesi gereken ama söylenmeyen şey ise daha fazla döviz alımının mutlaka daha yüksek YTL hacmi ve yüksek bir enflasyon olacağı; mutad zevatın aslında aklının bir köşesinde yatan hep reel kesimin desteklenmesi için kamu maliyesi disiplinsizliğinin ve yüksek para hacminin gerekli olduğu safsatası.

Mevcut döviz kurunun şayet cari açık üzerinde bir etkisinin olduğunu düşünüyor isek bunun çözümü de herhalde siyaseten kur ile oynamak değil iç talebi biraz daraltmak olabilir; unutmayalım kur bir fiyat ve artık çağdaş ekonomilerde fiyatlar ile oynamak “out”, gelir politikası “in”.

İktisatçılar ve bir biçimde iktisat ile ilgili olanların artık benimsemesi zorunlu kural enflasyon yaratarak hiç bir derde deva aranamayacağı mutlak gerçeği.

Aklı başında olanların az dahi olsa enflasyonist bir aleti savunması düşünülmemeli zira sürdürülebilir büyümenin ön koşulu enflasyonsuz bir ortam, fiyatların gösterge rolünü yerine getirebilmesi; bu gerçeği en iyi bizlerin bilmesi lazım.

Gelelim İsveç ekonomisi ile ilgili bir yazı için neden bu kadar geniş bir girizgah yaptığıma.

İsveç ekonomisi AB ortalamasının üzerinde bir büyüme oranını epey bir süredir sürdürüyor; 1970- 1994 arası İsveç ekonomisinin ortalama büyüme oranı dünya ortalamalarının altında zira bu dönem İsveç ekonomisinin sosyal devlet gereği ile bütçe açığı kavramını birbirine karıştırması ve aynı şey zannetmesi.

1994’den günümüze ise İsveç ekonomisinin en önemli özelliği kamu maliyesi alanında gerçekleştirdiği büyük reform ve disiplin; 2005 senesinde İsveç bütçesi 1.4 milyar euro fazla veriyor ama aynı zamanda sağlıklı büyüme sürecini AB ortalamalarının da üzerine çekerek sürdürüyor, sosyal devlet olma özelliğini de koruyor zira büyüyen üretim üzerinden daha fazla vergi alabiliyor.

1994’den günümüze AB büyüme ortalaması 2.4 iken İsveç’in büyüme ortalaması 3.0 ve unutmayalım ki İsveç gibi refah devletlerinde yüzde üçlük kalıcı büyümeler çok önemli.

Almanya ve Fransa geçtiğimiz dönemlerde Maastricht standartlarının üzerinde bütçe açıkları ile çok düşük hatta negatif büyüme oranları ile başbaşalar.

Burada nedensellik kesinlikle bütçe disiplininden büyümeye doğru yani bazılarının iddia ettiği gibi düşük büyüme nedeni ile bütçe açığı oluşmuyor, bütçe açıkları nedeni ile büyüme performansı kaybediliyor.

İsveç’in 1995 yılında AB üyeliği ve böylece istikrar paktının gereklerine daha sıkı sarılması sürdürülebilir büyüme performansının diğer önemli bir parçası.

Kanımca bu süreçten bizlerin alması gereken dersler az değil. Ders alması gerekenlerin başında da enflasyon lobisi ve AB karşıtları geliyor